Friday, February 26, 2010

bazen diyorum ki, çok uçlu ama boyutsuz, sınırlı ama kayıtsız, göreceli ama yanıtsız kalsan.
cinneti saysan boşluğa, delilikte duraklasan.çok şey istemiyorum da bana bi kuple yaşam alanı bıraksan, çok hoş olacak.

unofficial.

herkes heryerden bağlantılı, herkes herkesi tanıyor, biliyor.
eski sevgililerin eski sevgilileri, eski takıntıların eski saçıntıları
yok artık demek istiyorum yanlarından geçerken
geçmeden öteye muhabbet. bir iki kasmadan.

gülümseyeyim ozaman.

Monday, February 22, 2010

reset.

bazı bazı ve vuruyor inceden sen düşünmesende o düşünüyor işte. kavram kargaşası içinde ölüyor gibi, hiç bir konuya açıklık getiremeyen tezlerim ve hafiften kolpa söylemlerim bugünde zamanını çaldı az biraz. masandan kalkıp su almaya bile üşenicek duruma gelme,işte bir o kötü birde bahar geldi sanıp sahile doluşan insansılar arasında biyerlere yetişicem diye koşturmak. hayır ama kalabalıkken güneşi de farkedemiyorsun gözlüğünü ararken gün bitiyor zaten. bazen diyorum hiç denememek lazım yanlışları, doğrular bu kadar havada uçuşurken ve kimse rahatını bozmuyorken. bireysellik kanımızda yok ama uzak ülkelerden çalıyoruz, iyi geliyor. en basitinden günleri bir kase çekirdeğe indirgeyip devam edeyim ozaman, arada gerekiyor.

Monday, February 15, 2010

.

güzel yazı yazan kızlar kulubü. hayır hiçbir zaman olmadı.

JJ-no escapin this.

Sunday, February 14, 2010

şamda kayısı.

bu kafayla büyük çözümlemelere gidilmiyor işte. işteş filleri kullanmayı tercih bile etmiyorum konu yakın ben uzak olunca. yağmurda yürürüken balkonda çamaşır unuttum mu diye düşünen komşum gibi 2 yumurta 1 ekmek aıp eve yürümek varken, ben koca koca, içi boş, yazım yanlışı aramayan ama yanlış kaynayan özünde bir düzine balonla bir dizi çizemediğim günün espirisi içinde yokuş aşağı yürüdüm yine. kafiye istemiyorum cidden yazarken ama lanet elim alışmış gibi dışlıyor kipleri, emir istek dinlemeden. bide karar verdim çok da iyi niyetli olmak ve olmayı istemek başlangıçlar ve sonlar için gereksiz kaçıyor, nasıl olsa onlu onsuz aynı döngüde başlayıp son buluyor farklı vakalar. şu günlerde imsaki takvimi misali her aya bir kılıf biçesim ve şubatı dışlayasım var, bide devrik cümlelerden kurtulursam tam olucak sanki.

aklımda da bi şarkı dönüp durdu bügün > the sunshine underground -coming to save you

Monday, February 8, 2010

next door.

neyin isyanın yaşıyor beş çayları bilemiyorum ama beyin fonksiyonlarının öldüğü bir
gecede ayık kalma çabasıyla kıtlıktan çıkmışçasına gerekli gereksiz her yerden kapılar açılıyor.
yine mi aynı şarkıları dinliyorsun sen? vurgusuz kelimelerle oynuyorum da insanoğlu ne garip
hiç aldırış etmeyebiliyor büyük harflere küçük seslere. bugün coppolla'nın bı resmını gordum
bacak arasında kızı dibinde kocaman bi kamera. "10 rules to live happly " "how to be succesful " başucu anektodlarıyla dolu bloglardan geçip ,kült film replikleriyle dolastım.bir an çok itici geldi yapılası kabul edilen, benim ucundan geçmediğim şeyler. sonra kendi uçlarımı düşündüm,silip silip yenilediğim özür cümleleri geldi akıma.sora dedim cok demogoji yapıyorsun babana.üst rafa uzanamadığında sandalyeyi almak hem zor gelir hem onur kırar ya işte öyle bi agırlık çöktü üstüme.stream of consciousness falan degil bu tamamen laf ebeliği derdi bilmem ne kitabını yazmış bilmem kim okusa. küt saçlı kızlar gibi hep ensem üşüyor bu sıralar ama ne kütüm ne kıtım. ki kıtım bazen sadece on dakika bakabildiğimde trafik ışıklarına, arabalar sinir bozucuyken iç bunlatıcı farlarıyla , şıpır şıpr buzları akarken sarkaçlardan evlerin. yıllık izne çıksın belirsizlik , tamda dediği gibi takvimin şubat kısa sürmeli. çok büyük oluklarda dinlenesim var gözlerim açık.