Sunday, July 26, 2009

hevesimi kıran milyon tane baloncukla baş ederken, dinlediğim şarkılarla bastırmaya çalıştığım bütün sıkıntıyı egale edebilmek için, hep yaptığım gibi alt metinde mecazlar aramamaya, hop orda hop burda tesadüfleri yok saymaya, tıkandığımı hissetmeksizin sınırlayı zorlamaya devam etmeden, bir "dur bakalım" demeye karar verdım. çok da sağlıksız oluyor kahvaltı öncesi yenen çikolata karamel. işte aynen öyle.

Saturday, July 25, 2009

july is waiting.




bu gece de geçen son bir ayın cumaları gibi sakin.
baharat kokularına düşkün, mayışık mı mayışık.

yapmamanın ve olamamanın verdiği ağırlık, her sabah balkon camından çarpan ruzgar kadar şiddetli vuruyor sanki.
yanlışları ve doğruları düşünecek çok zamanınızın olması, kendinizle olmak istediğiniz arasındaki uçurumları arçınlarken, tek törpülenen tepkimeler, aynadaki yansımalar

uzun uzun gözbebeklerime baktığımda, tam da ortada silüetim
gülümsüyor mu somurtuyor mu belli değil.
zamanın yüzü var şimdi beni yorsada, uyutsada hala çare.
olası var hala.
olayları anlamanın, olguları kavramanın çok ama çok zor olduğunu düşünürsek, dünya yine iyi idare ediyor bu akşam.

bu cuma.

sakin.

Wednesday, July 22, 2009

bütün başlangıçlar güzeldir.

aranıp bulunamamak gibi
kendi belanın içinde.

Tuesday, July 21, 2009

p.s

Monday, July 20, 2009

question


- t is a traumatic reality that we face every second. it is natural yet not natural at all. it feels like we need more blood to assure its existence, can we plunge in its spurting hotness an be clean of the cold?
- ...



july18

right.

Friday, July 17, 2009

the lost tribes of new york city



Wednesday, July 15, 2009

blur-ry


yalnız mısralar bunlar, aptal ruhların dolaştığı, tupturuncu bir öğlen içinde karmançorman.
saat kaçta uyandın bugün ve kimi gördün yanında?

memorystick

çok değil günlerden bir gün, geçmiş zamanda annem eski dergilerimi attı diye kızgınlığımdan bütün gün balkonda, elimde bir kitap karşıdaki apartmanın balkon demirlerini sayarak akşamı etmiştim. yaptığı deli gibi kokan elmalı kekinden de inatla yemedim. sonra çok pişman oldum bitince, içim eridi elmaların tatlı kokusunda.. sonra yine günlerden bir gün çok değil, aldığım hersey gibi yine dergilerim de parkeleri süslerken, akşamdan kalma eve geldiğimde yerlerde bir ıslaklık, etrafta ne bir dergi ne bir kitap, şaşkınlık dizboyu. ev arkadaşım -abim-telefonda bana acı haberi veririken, aynı hüzün geldi yerleşti içime. gece mutfak borusu patlamış ve en yakn oda -kimin odası olabilir- sular içinde kalmış, yerde ne varsa hepsi atılmış ve böylece bir kez daha bütün dergilerim yerde gezinen kitaplarım ek olarak bir iki parça eşya daha çöpü boylamişti. bazı insanlar önem vermez ama ben kitap dergi saklamayı hatta bazen dönüp eskı dergileri okumayı çok sevdiğimden bu olay beni sanki odama hırsız girmiş ve bütün değerli eşyalarımı almışcasına üzdü.
sanki yıllar önce başka başka insanların aldığı ve benim okumam için saklanmış biraz yıpranmış sarı yapraklar beni mutlu ederdi işte. aslında eskilikten nasibini almamış bir kaç müzik edebiyat dergisinden ibaret olsalarda ben içimde garip hisle, kendimi "eski"nin güzelliğine inandırmış olurdum. hayatımın bir dönemine bütün paramı bunlara yatırıdım. gel gör ki bu trajik, beni derinden üzen vakadan sonra, dergilerle aramdaki duygusal bağı olabildiğince azalttım. bayilerin önünden geçerken artık gözlerimi kaçırıyor sanki cüzdanımı evde unutmuş gibi düşünüp kendimi hızla adımlarla ordan uzaklaştırmaya çalışıyordum. işe yaramış olucak ki artık ay başalrında bayilere koşmuyorum. gerçi arada bir şeyler alıp üst rafa da koymuyor değilim hani.

geçen gün annemle çarşıya cıktıgımzda hiç bir yerde okunmaya değer bişey bulamayınca geldi bunlar aklıma. apar topar çıkılmış bir yolculuk, içine bir tane bile kitap konmamış bi valiz, kahvesiz gecelerde şöyle bir karıştırılcak bir dergi bile olmayan çantam beni hayal kırıklığına uğrattı. neyseki arkadaşlar bugünler için var. hemencicik çözüm bulunur:*

artılar ve eksiler. karpuzu sever oldum burda ve artık sabahları tost yemiyorum apar topar. henüz beyaz olan tenim sinirini bozsada, az kaldı yasakların bitmesine, ki daha da güzeli çok az var birilerinin gelmesine . hadi bakalım *.*





Monday, July 13, 2009

akvaryum



neyseki benim kaktüsüm yok.

Tuesday, July 7, 2009

the brand new blank page.



a.m'ler p.m'leri kovalarken, analjezik antienflamatuvar antiromatizmal içip, home tv'de ballı bögürtlenli krep yapılışını izliyorum, iki kanal sonra yeşil çay etkisinde gözlerimi dinlendiriyorum. üç parmağıma oje sürebildim.kalanı için içimde hiç bir istek doğmadı.

kumanda da beni sevmiyor biliyorum.

Monday, July 6, 2009

sen de bilirsin işte..

öyle çok yazamam ben
uzun da olsa mevzu
kısa cümleler iki nokta
varsayımlarla başlayan ama bitiveremeyen bi türlü
kurgu içinde kurgu
cok da anlatmak isterim hani. düzinelerce deyim kullanıp kafa karıştırmak isterim.
sende bilirsin , pek çok konuşurm ben
öyle sabahları çirkin, yan apartmanın duvarını gören pencereye lanet yagdırıp
akşamları bir kadeh, güzelde olurum vesselam
çarpmayı sevmem hiç ama
ister dört ile beş ister üç ile dört
hepsi ayrı çile, az pişmiş yumusta misali
okumadığım kitaplar gibi tozlu, duvar köşesi süsü olup çıkıveririm bazen
sessizse oda, iki kelime etmese de üst komsu
göremediğim pofuduk bulutlardan bir ev birde sevgili hemen
tabiatımdır bu bilirsin, gazetedeki günlük fallardan çalma hayatlar
içleri balon balon hep ama yumuşak da hani, iç geçirilesi
severim de onları kızarım da sonra
aylar sonra açılmış kavanozlarım çürürken dolapta
yastıkların kılıfları koksun diye lavantalar şişe şişe
bilirsin sen de iste, sen eve gelmeden önce
en sevdiğim kısımlarımı çıkarırım dolaptan,
en sevdiğin gibi
en' lerden başlayarak sayarım geriye
kurtçuklanmış kirazlar sepette şöyle dursun az biraz
bir şarkı açmak lazım
sen eve gelmeden önce.
sende bilrsin iste,uzun uzun düşünmemek katıksız bana
tabiatım ki bu su grubu misali
az buz yapboz
kısa cümleler iki nokta.

Sunday, July 5, 2009

nailpolisher.

23.45


rest cekmek iyi degil.